top of page
Resim1.jpg

NE HALDEYİM?

  • Yazarın fotoğrafı: COŞKUN PINAR ÖNER
    COŞKUN PINAR ÖNER
  • 28 Mar
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 gün önce

Doğumumla dünyaya sanırım yalnız geldim? Etrafımda annem, ebe, belki de doktor vardı. Hatırlamıyorum. Belli belirsiz anılarım iki yaşlarımdan sonra başlıyor. Ya ölürken, son nefesimi verirken kim olacak yanımda? Birine güvenip acaba diyebilir miyim, “Ne olur beni yalnız bırakma…”? Yok, değil mi, hiçbir şeyin garantisi yok! İki nefes arası bir yaşama hoş geldik! Tanrı bizi yaratırken yalnız bırakmamış, adına tanıdık, arkadaş, dost, aile, yuva denilen hediyeler yollamış. Hepsi iki nefes arası! Arasam geçmiş yaşamımdan eski dostlar bulabilir miyim? Ya can dostu? Sörf tahtasında bir dalgadan diğerine akması gibi kelimeler ve düşünceler üzerinde dolaşıyorum. Düşünürken de bir kıssadan hisse  karşıma çıkıveriyor. Olduğu gibi paylaşıyorum.


“Zalim bir kral vardır ve idam cezası verdiği iki mahkûmdan birinin canını kendisini eğlendirecek bir yolla bağışlamak ister. Sonra iki darağacı kurdurur ve mahkûmlardan ikisine de, omuzlarına basacakları ve güvenebilecekleri birer kişi çağırmalarını ister. Bir taraftan da ülkenin bilge kişisini de kendince sınamak istemektedir. Her şey hazır olduğunda yanı başına oturtmuştur yaşlı bilgeyi. Sonrasında mahkûmlar kendi seçimleri ve istekleriyle çağırdıkları kişilerin omuzlarına basar ve boyunlarına ipler geçirilir. Mahkûmlardan biri çok güçlü, kuvvetli birini çağırmıştır. Diğeri ise kendisinden daha cılız olan arkadaşını çağırmıştır ve onun omuzlarına basmaktadır.


Kral tam o anda sorar yaşlı bilgeye.

- Hadi şimdi göster hünerini. Sence önce kim yıkılacak? Güçlü olan mı,  şu cılız olan mı?"

- Yaşlı bilge kendinden emin cevap verir.

- Güçlü olan çok sürmez yıkılır efendim. Diğer cılız olan ise ölse yıkılmaz. Cılız olanın omuzlarına basan mahkûm canını kurtaracaktır.

İki saatlik çekişmeli geçen ölüm kalım savaşında, güçlü adam en sonunda yıkılıverir ve onun omuzlarına basan mahkûm da darağacında can verir.

Kral şaşkın bir halde sorar yaşlı bilgeye.

-Nasıl oldu da şu cılız adamın galip geleceğini bildin? Sen gerçek bir bilgesin!


Yaşlı bilge yerinden kalkarak sevinç içinde arkadaşına sarılan ve canını kurtaran mahkûma bakar ve krala şöyle der;

-Bunu bilmemin bilge olmakla alakası yoktur. İki mahkûmu darağacına çıkarılmadan önce dikkatle izledim. Kendi istekleriyle çağırdıkları adamlar yanlarına geldiler. Biri çağırdığı güçlü adama bir kese altın verdi. Belli ki canını kurtarmak için parasıyla tutmuştu onu.  Bunun için o adamın güçlü vücudunun yeterli geleceğini düşünüyordu.

Diğeri ise uzun uzun sarıldı yakınına. Birlikte gözyaşı döktüler. Sonra o cılız adam, ölsem de yıkılmam diye yeminler etti arkadaşına. Gerçek birer arkadaş olduklarını anladım o anda. Ben sadece menfaat üzerine kurulan şeylerin çok uzun sürmeyeceğini bildim efendim.

Can dostu olmak nedir diye düşünürken, gerçek arkadaşlığı kurmuş iki insan hakkında karşılaştığım bu hikâye ile bir eş zamanlılık mı yaşıyorum? Böyle mi olur insan hayatta can dostuyla? Menfaat üzerine kurulmayan dostluk sözü çınlıyor kulaklarımda. İnsan nasıl menfaatsiz bir ilişki kurabilir ki? Canına eşlik eden candan bir dostluk! Dolaşıyorum, arıyorum! 


“Bir yolculuk hikâyesine can dostlar aranıyor!”


Merhaba amca, selam dayı, ihtiyacım var, var mı buralarda,  nereden can dostu alınır bilir misiniz? Nasıl olsun dostunuz, az pişmiş, orta ya da iyi pişmiş mi olsun? İyi pişmiş olması önemli! Bir bakışla hemen beni anlasın.  Peki, hanımefendi ya siz, bir bakışta anlayacağınız bir pişmeye geldiniz mi? Sanırım hayır. O zaman bu oyunbozanlık olmuyor mu? Nasıl olacak, burada denge nasıl kurulacak? O beni geliştirsin istemiştim. Bu karşınızdakinden beklenti olmuyor mu? Hani dostlukta menfaat yoktu? A, doğru haklısınız. O zaman, zayıf aldım, ben yolda kaldım iyi bir yol arkadaşı olmadığıma göre yanıma da talepte bulunmasam mı? Bir cümle söyleyeyim o zaman, “Aranınca bulunmaz, bulunca aradığınız olduğunu anlarsınız.”

Peki, o zaman bakalım gerçekten öyle mi? Aramaya başlıyorum, resimli paylaşım sayfalarını dolaşıyorum cep telefonumda, yan yana gelen neşeli insanları izliyorum, ne tuhaftır ki daha önce bakmadığım şekilde yazılara dikkatle bakıyorum, bir de ne göreyim, “can dostlar bir arada” diye yazmışlar fotoğrafın altına. Bana can dost kelimesi yılların eskitemediği, kendinizden derin anlamlar yüklediğiniz,  eskiye dayanan, belki de çocukluktan beri gelen arkadaşlık hissini veriyor, ya size ne hissettiriyor?


Yok, yok olmayacak, aradığımı sayfalardan bulamayacağım, dostum canlı, kanlı, içli dışlı, özel olmalı! Peki, nasıl olacak? Çevrede dolandım. Biraz da yakın çevreme baksam, can dostlarım var mı bir de kendim aransam? Zor soru! Beni biraz yerime mıhladı bu konu. En yakınımda her gün güne beraber uyandığımız biricik köpeğim var. “B E L L A…” O gün onu almak için dua ettiğimi hatırlıyorum, inşallah bir önceki köpeğimiz gibi tatlı mı tatlı bir yol arkadaşım olur. Elimin sevmeye, dokunmaya, yakınlaşmaya ihtiyacı var, keşke aynı cins bir köpeğim olsa da kaybettiğim sevgili köpeğimin acısını biraz hafifletse demiştim. Geldi, hem de aynı gün, aynı cins ama farklı renk. Güneş, tatlı bir kahverengiydi, Bella ise bembeyaz, pamukçuk. Dile kolay, sanki dün gelmiş gibi hiç üzmedi desem yalancı çıkmam, akşamüstü sahiplenmek için gittiğimiz aile bize onu verdiğinde “Aman ne olur yanında sigara içmeyin, ayrıca çok susar vermeyi ihmal etmeyin” demişti. Hassasiyetleri beni etkilemişti. O ise başımın tepesine çıkmış, sevinçle gelmişti bizimle, hatta “Amanın, hiperaktif bir bebek bu, ne yaptık biz!” deyip gelecekte karşılaşabileceklerimizi düşünerek korku hissiyle birbirimize baktığımızı hatırlıyorum. Geldiği günden beri izlediklerimle bir dahaki hayatında insan doğacak diye düşünüyorum. Çünkü insana yakın halleri, dilleri, hisleri var gibi geliyor. Herkesi aynı yakınlıkta sevmesi, kuyruk sallaması, koşarak önlerine yatması seyirlik olduğu kadar ibretlikte de. Yanına gittiği kişiler, “Bak nasıl da beni sevdi” deyip sevinçle karşılık vererek onu seviyor, sofrasına davet ediyor, evinde ağırlıyor, yavrusu olursa mutlaka almak istiyor. Sevgili dostum Bellacığım, dokuz yıldır yanımda, civarımda ortak alanımda. Ben onun dilini anlıyorum o da benimkisini. Ağladım mı koşarak gelir, yanaklarımı yalar, sevindim mi benimle sevinir, yüzümü takip eder, duygularımı okur, tuhaf gelebilir ayaklarımı yalar ağrıdığında, sarılır, kucağımdan inmek istemez, aile buluşmasında ortamızda alın alına birbirimize yaslanırız. Severiz can olmayı.


İnsanlar var hayatımızda eş, çocuk, yakın arkadaşlar. Onlarca anın beraber şahitleri olmuşuzdur, zorlu anlardan keyifli anlara farklı derecelerdeki anıları paylaşmış, birbirimize emek vermişizdir. Sevmiş, sevilmişizdir. Günün her saati birbirimize teklifsiz gideceğimiz, sevgi dolu, samimiyetle yaşamı paylaşmaktan çekinmediğimiz insanlarımızla can dost olunmazsa ne olunur ki? Hiç düşünmeden sayacak insanlar varsa etrafınızda, korkmadan, “Evet sırtımı dayarım” diyeceğiniz, arayıp başını şişireceğiniz, yardım alabileceğiniz, sizi can kulağıyla dinleyenler,  şanslısınızdır.


“Can dostum” kelimesi sanki bambaşka bir şey, hiçbir kişiye yükleyemiyorum. En sevdiklerim, yoldaki yol arkadaşlarım, eşim, kızım, canlarım, benden olanlar geçiyor aklımdan. Can dostumu bir yere oturtamıyorum. Yalnızlığımın tek dostu kim ki canımın dostu olsun? Kendimi ikiye bölüyorum, kendimi gözleyen ve gözlenen diye ikiye ayırıyorum ve soruyorum kim benim can dostum? Kendiliğimin kökü diye bir cevaptan başka hiçbir bilgi alamıyorum. Gerçekten kim yolda gözyaşlarımı silen, kim en umulmaz zamanlarda bana ve açmazıma çare diye anlam gönderip besleyen, sırtımın ihtiyacı olan sevgiyi alacağımı hissettiğim, şefkatle dokunan kim? Burnuma bir sızı, gözüme incecik yaşı dizdiren kim? Yüreğimi incecik bir his geldi nereden geliyor bu, kim yaptı? Dua edip ne olur ben bu sorunumu aşamıyorum dediğimde çorap söküğü gibi her şeyi ustalıkla çözmeme yol gösteren kim? Kim bana karşılıksız bunca yardımı yapan? Neden bir karşılık istemeden bana yardım eder ki? Evdeyiz öğle saatleri neden para yok evde bilmiyorum, çocuğum besinim oyun, ara sıra oyundan çıkınca başka ihtiyaçlarım var bekliyorum. O gün evde ekmek parası yok, hiç evimize gelmeyen komşu evin bekâr kızı okursa oğlumun gözündeki çıban gidermiş diye gelip ekmek parasını getirdiğinde yollayan dostum kim? Kim acılardan çıktığımda eşimi bana yollayan? Yalnız kalmayım diye evlat veren, onunla da beni iştimaya çektiren kim bu dost? O kadar direniyorum, onlarca huy içinden çıkamazken bana inanan kim? Dost desem sınırımı aşar mıyım? Aşarsam bana kızmayacak olan kim? Biliyor musun kızmayacak diyorlar! Biliyorum çünkü onun merhametindeyim!  Sevgi dolu hallerini gözleyeyim diye en yumuşak ve naif huylu köpeği gönderen, gözyaşlarımı tam dökülecekken bomboş sokakta tanıdık birini yollayıp sadece konuşmadan sarılmasını sağlayan kim bu can dostu? Canımı bana veren,  canımın kıymetini bileyim diye türlü deneyimler gönderen kim?  Anlamıyorum ki, ağlayabiliyorum, anlayamıyorum ki kızıyorum, anlamadım şikâyet ediyorum, sabırla dinleyen kim? İki kişi varsa arada O, bir kişi varsa sadece O’nun olduğu her yerde, anlamayışımıza anlayışlı olan kim?  Can dostum, canımın sahibi, olgunlaşmamı sabırla bekleyen yaratıcım, buradayım, sana muhtaç, buradayım sana aç! Cennet bahçelerini boş verdim, Sensin, Sen,  ben Sana muhtacım… Açım dostum… Açım Yaradan’ım. Daha sevmeyi bile öğrenemedim. Nasıl olacak ayrılığımız, ya nasıl olacak buluşmamız, varsın biliyorum,  sana ulaşamıyorum, giydim türlü elbiseleri fırlatamıyorum, isyan yok, saygım sonsuz. Ne olur açıl gönlüm, açıl da kavuşalım.


Bir yaprak düştü az önce,

Bir böcek başka bir böceği yedi

İnsan dünyada son nefesini verdi,

Aynı anda, bir görünüp bir yok olma

Cansız kalanlar burada

Cırcır böceği ağaçta kurudu

Yaprak toprağa karıştı

İnsan da yaprağa

Işık topu uçtu geçti

Asıl olan nereye gitti?

Var mıydı dostlarınız

Cana can olan yoldaşınız

Sizi terk edip gidişte uğurlayanınız

Toprağa karışan bir parçanız

Can dostunuz

Kim ki bir varlığın can dostu

Aklıma bedenim düşüyor

Aklım ve bedenim

Değerli yardımcılarım

Aradığımızı bulalım diye canla başla üretiyor.

Aklım, anlama kapasitem sen olmasan nasıl idrak eder, sorgularım?

Sevgili vücudum sen olmasan ben nasıl yaşarım nefes alırım?

Sevgili hücrelerim tek tek öpüyorum her birinizi

Sizi seviyorum

Fark etmedim güneş gibi terk etmediğinizi

Can dostum demek istiyorum bütününüze

Sıkıca sarılmak, teşekkür etmek

Anlamadığım her gün için bağışlanma

Hakkını veremediğim her duygu için içten özür

Desteğinizle olduğum halime minnet

Yaratıldığımız âlemde beni yalnız bırakmadığınız için şefkat

Can dostlarım içimdeki tüm parçalarım

Dışımda yaşama tutunmamda yardımcı olan diğer parçalarım

Hiçbirinizi parçalayamayacağım

Anımsattınız sevginin hissiyatını

Sevgili anne ve baba ve onların tüm ataları bilmediğim tüm mirasların farkındalığı

Sevgili ailem bizi incilerle oyalayıp bağlayana şükür demek geçiyor içimden

Hayatıma giren terk etmeyen

Girip “ce” deyip giden

Gelmemiş olan dostlarım teşekkürler

Sevgili doğa seni izleyebilen sevgili iki parçam gözlerim

Onun hemen yanı dinleyen kulaklarım duyduklarım

Sözcükler kelimeler cümleler bilgiler

Kötü lafların üretildiği kazan iyiyi de üreten büyük baca teşekkürler ağzım

Değdiğim tüm canlıları hissedişim tenim

Duyduğum ve henüz duyamadığım tüm kokular

Burnuma sandal ağacı tütsüsü geldi içime bir eminlik ve temizlik

Bir yansıma gibi dünya ben nasılsam o da bana bakıyor aynı huyla

Kendime bakıyorum da şaşıyorum

Bir fabrika

Kat kat bir arada

Ben istemeden bütünlemesem bütünleşiyor  zorla ya da yangıyla

Tek tek ilgileniyor her halimle  bir hocam varmış gibi

Bazen sert bazen yumuşacık tutarmış gibi

Hocam siz görünen âleme mi aitsiniz görünmeyene mi?

Her ikisine de diyor

Baktım beni seviyor

Hiç yalnız değilim yalnız kaldım dediğimde bile asla

Dostlarım var gördüğüm ve henüz görmediğim

Atom altı ve üst âlemi sezinlediğim

Ve her şeyi yaratanım var

Şaşkınım bir garip şükürdeyim, bu haldeyim.

Comments


bottom of page