top of page
Resim1.jpg

MELEK

  • Yazarın fotoğrafı: ÖZLEM ŞAHİN
    ÖZLEM ŞAHİN
  • 6 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Ona yasakladıkları kız, bembeyaz bulutlar gibi ak tenine tezat, kalçalarında dalgalanan gece siyahı saçlarını savurdu. Henüz dizlerine kadar gelen berrak suyun içinde ürpererek gölde biraz daha ilerledi. Genç adam onun vücudunun her bir noktasındaki incecik ayva tüylerinin havaya kalktığını görebiliyordu. Şimdi onları alev alev yanan avuçlarıyla yatıştırmak, sonra da dudaklarını üzerlerinde gezdirmek için neler vermezdi. Midesinden kasıklarına vuran kıpırtıyı bastırabilmek için yumruklarını ve dişlerini sıktı. Biraz yaklaşsa, kızın delirtici kokusunu içine çekse...


"Ne bekliyorsun, yapsana."


Kabil gizlendiği yerde irkilip o fark etmeden kimin bu kadar yakınına sokulmuş, onu ikizini gözetlerken yakalamış olduğunu anlamak için döndü.


"Sensin..."


Geleni görünce rahatlamıştı. Ailesine karşı beslediği bağlılık ve güven hisleri gün geçtikçe azalırken bu ışıltılı varlığa olan inancı ve muhabbeti artıyordu. Onun kendisini çok iyi anladığını biliyordu, ne zaman ihtiyacı olsa yanındaydı. Oysa babası öyle miydi ya... istediği kızı kardeşine vermeye kalkmıştı. Habil'e, o sümsük çocuğa. Tek bildiği hayvan gütmek olan çobana! Kabil ısrar edince de Yüce Yaradan’a danışma fikrini ortaya atmıştı. İki kardeş kendi adaklarını adayacaklardı. Tanrı kiminkini seçerse onun isteği yerine getirilecekti. Cebrail vermişti büyük ihtimalle bu fikri ona. Karar verilmişti, Habil'in sürüsünün ilk doğan kuzusuna karşılık Kabil'in özenle yetiştirdiği ve en güzellerinden, olgunlarından seçtiği tahıl ve meyveler Rabbin karşısına çıkarıldı. Çok emindi Kabil kendi adağının seçileceğinden, ışık saçan meleği sevginin kazanacağını söylemişti çünkü. Cebrail ne bilecekti, o ne anlardı aşktan? Adem'i yanlış yönlendirdiği kesindi. O ve annesi baş meleğin ağzına bakıyorlardı hep. O ne dese Tanrı buyruğu gibi kabulleniyorlardı hemen. Neymiş, aynı batında doğan kardeşler evlenemezmiş. Her şeye kadir olan Yaradan böyle bir engel neden koysundu dünya yüzünde çoğalmasını istediği insan soyuna?


Ertesi sabah Habil arkasında, nefes nefese ona yetişmeye çalışırken nasıl hevesle tırmandığını hatırlıyordu önceki gece adaklarını bıraktıkları dağın tepesine. Tuttuğu nefesini koyuverip kalakalmıştı yakılıp kapkara edilmiş olanın Habil'in kuzusu olduğunu görünce. Tanrı kardeşinin adağını kabul etmiş demek oluyordu bu. İsyanla öne fırlayıp yumruklarını gökyüzüne sallayacakken Yaradan’ın gazabından onu kurtaran yine meleği olmuştu. Kimseye görünmeden gelip sakinleştirmişti Kabil'i. Her şeyin bir yolu, sırası vardı. Öfkeyle kalkan zararla otururdu.


O bunları düşünüp dururken güzel yaratık gelip yaklaştı, içinde yıldızlar yanıp sönen gözleriyle ruhunu tüm çıplaklığıyla görüyordu sanki. Konuşunca sesi usul usul, gönül okşayıcıydı.


"Onu seviyorsun, o da seni. Aklima sana ait. Başkasına verilmesine izin mi vereceksin?"


"Ya Tanrı? O'nun kararı?"


"Sen insansın tüm yaratılanlardan üstünsün. Hepimize babana ve onun soyuna secde etmemiz emredilmedi mi? O zaman sana bahşedilen bu gücü kullan. Sevginin ve arzuladığının peşinden git. Yoksa onu Habil'e mi bırakacaksın?"


O bu minvalde konuşmayı sürdürürken Kabil'in gözleri önünde bir görüntü canlandı. Şimdi Aklima, dallar ve yapraklardan oluşturulmuş derme çatma loş bir barakada yerdeki pöstekinin üzerinde tüm kıvrımları gözler önüne serili uzanıyordu. Kolunun birini kaldırıp gerindi, ardından eli alnına inip ince uzun parmakları geçtiği yerde titreşimler oluşturarak hafifçe yanağında, dudaklarında, boynunda oradan uzun uzun durakladığı ve çevresinde gezindiği dimdik meme uçlarında ve en son da gergin karnında dolanırken kızın kapalı gözleri aralandı ve bakışları onun durduğu yeri buldu. Davetkar ağzı aralandı, Kabil o bir tek kelimeyi duymaktan çok hissetti.


"Gel"


Gözleri ışıl ışıl hızla sevdiği kıza doğru atılacaktı ki büyük bir hayal kırıklığıyla çağrının muhatabının kendisi olmadığını anladı. Sarışın adam Aklima'nın yanına yaklaştı, kendisine uzanan eli tuttu ve dudaklarına götürdü sonra kızın üzerine eğilip kendisinin bakmaya doyamadığı, dokunmaya kıyamadığı bedeninde koyun kokulu ellerini hoyratça gezdirip yüzünü boynuna gömdü. İkisinin haz dolu inlemeleri kulaklarında yankılanırken görüntü dağıldı.


Kafasını sağa sola salladı, etrafına bakındı. Aklima'nın yıkanması bitmiş, gitmişti. Melek de etrafta yoktu. Gördükleri bir hayaldi demek ki ama gerçek olmasa da aklına kazınmıştı bir kere artık unutması mümkün değildi.

Hırsla yürümeye başladı, onu nerede bulacağını biliyordu. Gidecek konuşacak, bu işe bir son vermek için ne gerekiyorsa yapacaktı. İlerledikçe siniri katlanıyor, kararlılığı artıyordu. Gözü kararmıştı bir kere, dönüşü yoktu.

Duyduğu kuzu melemeleri doğru yöne gittiğinin habercisiydi. Kısa bir süre sonra da yemyeşil kırlara serilmiş otlayan koyunlarla keçileri, onların biraz ötesinde bir ağaca sırtını vermiş gölgesinde hayallere dalmış Habil'i gördü. Onun sakinliği, halinden memnun hali kendi huzurunu daha da çok kaçırıyordu. Kardeşinin kuşları taklit eden keyifli ıslığı aralarındaki mesafeyi kat ederken dönüşüp kulaklarına küfür gibi geliyor, gencin hiçbir şeyden habersiz mutluluğu sinirden kendinden geçmesine neden oluyordu. Aklima'yı düşlüyordu belli ki, yakında gerçekleşecek evliliği düşünüyor, ona nasıl sahip olacağının hayalini kuruyordu arsız oğlan!


Adımları daha da hızlandı, sonunda uçarcasına koşmaya başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar vardı Habil'in yanına. Kardeşi onu gördüğüne sevinmişti. Toparlandı, ayağa kalkmaya davrandı. O doğrulamadan yakasına yapışıp ayağını yerden kesen bir güçle kaldırıp yüzünü yüzüne yaklaştırdı sertçe Kabil. Oğlanın gülen gözleri soldu, kafasının karıştığı anlaşılan bir ifade belirdi suratında. Abisinin hiddetine bir anlam veremiyordu. Adam onu sarstıkça titreyen sesiyle yatıştırmaya çalıştı.


"Abi, ne oldu? Nedir bu öfken? Bilmeden seni kızdıracak bir şey mi yaptım? Affet öyleyse."


"Neden öfkeliyim ha? Bilmezmiş gibi bir de soruyorsun!"


Hiddetinin verdiği deli kuvvetiyle kemiklerini kıracak bir şiddetle yere fırlattı kardeşini.


"Sevdiğim kızla evlenecek olman yeterince neden değil mi öfkeme?"


Bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı yerde kendine gelmeye çalışan Habil'in önünde. Sinirden konuşamıyor, nefesi kesiliyordu.


"Sen! Sen biliyorsun ona olan aşkımı. Geldim, sana anlattım. Uzak dur dedim. Babama istemediğini söyle dedim. Sen ne yaptın? Adak adadın, kendine istedin Aklima'yı. Benim Aklima’mı!"


Kalkıp dizlerinin üstüne oturmuş olan kardeşi, dudağının kenarından sızan kana aldırmadan daha da alttan alan bir tona bürünen sesiyle aklı selime davet eder gibi konuştu abisiyle.


"Konuştum babamla, abim evlenmeli Aklima'yla dedim. Önce beni dinlemek istemedi, ısrar edince Yaradan'a danışmaya ikna oldu. Ama abi gördün, benim adağım kabul oldu, Rabbimiz böyle istedi, karşı çıkamayız."

"HAYIRRRRRR!"


Çimenlerle kaplı, diken bile olmayan otlakta o kenarı düzleşmiş tam avucuna göre olan taşı nasıl buldu, hangi ara eline aldı nasıl havaya kaldırdı ve kardeşinin başına vurdu hiç bilmiyordu. Kendi çığlığı çevredeki dağlarda yankılanırken Habil'in ona engel olmadan ayaklarının dibinde yatarken son anda dudaklarından usul usul dökülen cümlesini duyabildi.


"Sen bana öldürmek için vursan da ben sana el kaldırmam çünkü ben Allah'tan korkarım."


Ama gözünü kan bürümüştü bir kere, kardeşinin kanı. Duramadı. Sonra çok pişman olsa da onun sarışın başını kucağına alıp cansız bedenine sarılıp saatlerce ağlasa da çok geçti, vurdu öldürdü Habil'i.


Gözlerinde oluşan delice pırıltı ve kararan teniyle artık hiç de Kabil'in onu görüp hayran olduğu ışıltılı haline benzemeyen eski melek, insanlık tarihinin ilk cinayetini ellerini ovuşturarak zevkle izlemişti. Kendi gözden düşmesinin ve bunun sonucunda cennetten yani evinden kovulmasının nedeni olduğuna inandığı İnsan denilen yaratığı da Yüce Yaratıcının inayetinden uzaklaştırma planının ikinci evresi tam istediği gibi sonuçlanmıştı. Çarpık fikrine göre böylece, neden insanı değerli bulmayıp, ona secde etmediği konusunda haklılığını Yaradan'a kanıtlayacak ve tekrar O'nun sevgisini kazanıp Cennetteki yerine geri dönecekti. Ama Şeytan, Rabbe her karşı gelişinde göksel ışığını daha da kaybedip O'ndan uzaklaştığını fark edemeyecek kadar kördü...


Aramızdalar / Kıyamet

 

Comentarios


bottom of page